Masallara da, efsanelere de inanmayı seçtin sen. Gerçek, kirli bir tuvalde,
yarı saydam boyalarla gizlemeye çalışsada yüzünü lekeleri görüyordun önce. Sen
lekesizliğe adanmış bir hayatın parçası olmakla gururlanmak yolundan gitmek
isterdin, lekesizliğin cinsiyet yorumundan nefret eder, sence lekesizliğin
tanımını yapar, onu göstermek isterdin insanlara. Hayatın ve insanlarının her
zamanki halleri en kıymetli araçlarındı. Bu yüzden belki diğer insanların
gördüklerini de merak etmekten alıkoyamazdın kendini. Buna rağmen Dali’nin
karıncaları ürkütürdü yine de seni. Hayatta olmayan bir kardeşe bu kadar
benzemek ve ikame muamelesi görmek korkunç bir kader olsa gerekti. Bruegel bir
nebze daha iyi bir gözdü senin için. Bir Bruegel yansımasında, yüzlerce çocuğun
kemikle, odunla, çemberle oynayışı neşeli görünmüştü gözüne. Oysa çocukların
oyunlarda yetişkinleri taklit ettiklerini hiç aklına getirmemiştin daha önce.
Ve Bruegel’in çocukları yaşsız resmetmesi daha da ilginç gelmişti sana. Evet
gerçekten de hiçbirinin yüzü yaşını belli etmiyordu.
Hayatı masallara ve efsanelere uyarlamaya
çalışanları daha da çok sevdin ama. Hundertwasser gerçek bir efsaneydi mesela.
İnsanın doğanın bir parçası olduğu gerçeğini bilen ve buna uygun yaşaması
gerektiğini savunan az sayıda insandan biriydi. Senin için de insanın topraktan
ve güneşten ayrılması bir kabustu ve büyük şehirlerin en bilindik gerçeğiydi
bu. Büyük şehir insanları renksizlikle kelepçelenerek betonlara hapsedilmişti
adeta. İnsanları topraktan kopararak, hem kendinden hem de diğerlerinden
uzaklaştıran ve bundan fayda
sağlayan bir ideolojinin kurbanı
etmişlerdi. Oysa Hundertwasser önce seri üretilsin diye düzlemlerle kaplanan
zeminlere, tavanlara, kapılara ve pencerelere karşı çıktı. Bu fikre sen de
hayran kalmıştın. Dümdüzlüğün en başında kavram olarak Dünya ve insanla
uyumsuzluğunu farketmiştin. Bir kere Dünya kendisi bile eliptikti. İnsan,
insanda düzlükten eser yoktu. Sonra insan ve seri üretim kavramının yanyana ne
kadar çirkin göründüğünü farkettin. İnsan kendine özel bir varlıktı ve öyle
kalırsa değerliydi. Seri üretimle insan üretmeye çalışan ideolojilerden de
nefret ederdin sen. İnsanları aynılaştırmaya, beyni boşaltılmış suretlere
çevirmeye çalışmak nasıl bir cüretti ki! Peki renkler ve doğa? Neden sende pencerenin dışını boyayamıyor, bahçeden bir
terasta yaşayamıyordun ki? Bunlar işte Dünyayı masal yapacak dokunuşlardı, Ege
otobanları kenarlarındaki selvileri fırçaya benzetip binaları bu dev fırçalarla
boyamayı istemek iyi bir hayaldi belki ama yetmezdi. Hundertwasser bu hayalleri
gerçeğe dokundurabilmişti, bir hayalperestten öte hem gerçek hem hayal
olabilenin yüzüydü o, o yüzden de değerliydi.
Şimdi için acıyarak farkediyorsun ki Dünya’nın hala aslına uygun
varolabilen azıcık kısmı masal oldu çıktı. Oysa Dünya’nın kendi, tamamiyle masal güzelliğindeydi
bir zamanlar. O azıcık kısmı olağanüstü adledilecek kadar azaldı. O azıcık
kısım için savaşan insanlardan biri Leyla Yalçınkaya. Masalsı hayata vurulan
silgi darbelerine karşı direnmeye çalışıyor soluğu yettiğince. Tıpkı 73
yaşındaki babaannesi gibi. Tortum’a yapılması planlanan HES projesine direniyor
ondan sonra yaşanacakları bildiği için. Bunun için ceza alıyor babaannesi ve
diğer eylemciler gibi. Bu
yaşananları görünce sen de yine yeniden sorgulamaya başlıyorsun, devlet
insanını ve tanımlı toprağını korumak için kurulmamış mıydı en başından? Kendi
kendini yok etme yolunda ilerleyen bir mekanizmanın dişlilerini kırmak için, o
dişlilerin arasına insanları mı sokmak gerekiyor ille de? Senin bildiğin
masallarda da kötüler vardı ama masalın sonunda kötüler ya yok ölür ya da iyiye
dönüşürdü. O yüzden mutluydu bütün masallar oysa Dünya masalsılığından
eksiliyordu günden güne. Pırıltısından geriye buruk bir gülümseme bile
bırakılmadan siliniyordu son süratle.
Gerçek de temiz bir tuvalde resmedilmişti demek ki bir zamanlar. Gerçeği
lekelerinden arındırmak, Dünya’yı yeniden masala döndürmek için dişlileri
arasına insan sokmadan durdurabilmenin ve hatta geriye çevirebilmenin yollarını
bulabilmek için öğrenmeye devam etmelisin. Acısan da gözlerin ve kalbin açık
olarak bakmaya devam etmelisin.