5 Mart 2012 Pazartesi

Gerçek Masal Olsun Diye..

Masallara da, efsanelere de inanmayı seçtin sen. Gerçek, kirli bir tuvalde, yarı saydam boyalarla gizlemeye çalışsada yüzünü lekeleri görüyordun önce. Sen lekesizliğe adanmış bir hayatın parçası olmakla gururlanmak yolundan gitmek isterdin, lekesizliğin cinsiyet yorumundan nefret eder, sence lekesizliğin tanımını yapar, onu göstermek isterdin insanlara. Hayatın ve insanlarının her zamanki halleri en kıymetli araçlarındı. Bu yüzden belki diğer insanların gördüklerini de merak etmekten alıkoyamazdın kendini. Buna rağmen Dali’nin karıncaları ürkütürdü yine de seni. Hayatta olmayan bir kardeşe bu kadar benzemek ve ikame muamelesi görmek korkunç bir kader olsa gerekti. Bruegel bir nebze daha iyi bir gözdü senin için. Bir Bruegel yansımasında, yüzlerce çocuğun kemikle, odunla, çemberle oynayışı neşeli görünmüştü gözüne. Oysa çocukların oyunlarda yetişkinleri taklit ettiklerini hiç aklına getirmemiştin daha önce. Ve Bruegel’in çocukları yaşsız resmetmesi daha da ilginç gelmişti sana. Evet gerçekten de hiçbirinin yüzü yaşını belli etmiyordu.
Hayatı masallara ve efsanelere uyarlamaya çalışanları daha da çok sevdin ama. Hundertwasser gerçek bir efsaneydi mesela. İnsanın doğanın bir parçası olduğu gerçeğini bilen ve buna uygun yaşaması gerektiğini savunan az sayıda insandan biriydi. Senin için de insanın topraktan ve güneşten ayrılması bir kabustu ve büyük şehirlerin en bilindik gerçeğiydi bu. Büyük şehir insanları renksizlikle kelepçelenerek betonlara hapsedilmişti adeta. İnsanları topraktan kopararak, hem kendinden hem de diğerlerinden uzaklaştıran ve  bundan fayda sağlayan bir ideolojinin  kurbanı etmişlerdi. Oysa Hundertwasser önce seri üretilsin diye düzlemlerle kaplanan zeminlere, tavanlara, kapılara ve pencerelere karşı çıktı. Bu fikre sen de hayran kalmıştın. Dümdüzlüğün en başında kavram olarak Dünya ve insanla uyumsuzluğunu farketmiştin. Bir kere Dünya kendisi bile eliptikti. İnsan, insanda düzlükten eser yoktu. Sonra insan ve seri üretim kavramının yanyana ne kadar çirkin göründüğünü farkettin. İnsan kendine özel bir varlıktı ve öyle kalırsa değerliydi. Seri üretimle insan üretmeye çalışan ideolojilerden de nefret ederdin sen. İnsanları aynılaştırmaya, beyni boşaltılmış suretlere çevirmeye çalışmak nasıl bir cüretti ki!  Peki renkler ve doğa?  Neden sende pencerenin dışını boyayamıyor, bahçeden bir terasta yaşayamıyordun ki? Bunlar işte Dünyayı masal yapacak dokunuşlardı, Ege otobanları kenarlarındaki selvileri fırçaya benzetip binaları bu dev fırçalarla boyamayı istemek iyi bir hayaldi belki ama yetmezdi. Hundertwasser bu hayalleri gerçeğe dokundurabilmişti, bir hayalperestten öte hem gerçek hem hayal olabilenin yüzüydü o, o yüzden de değerliydi.
Şimdi için acıyarak farkediyorsun ki Dünya’nın hala aslına uygun varolabilen azıcık kısmı masal oldu çıktı. Oysa Dünya’nın  kendi, tamamiyle masal güzelliğindeydi bir zamanlar. O azıcık kısmı olağanüstü adledilecek kadar azaldı. O azıcık kısım için savaşan insanlardan biri Leyla Yalçınkaya. Masalsı hayata vurulan silgi darbelerine karşı direnmeye çalışıyor soluğu yettiğince. Tıpkı 73 yaşındaki babaannesi gibi. Tortum’a yapılması planlanan HES projesine direniyor ondan sonra yaşanacakları bildiği için. Bunun için ceza alıyor babaannesi ve diğer eylemciler gibi.  Bu yaşananları görünce sen de yine yeniden sorgulamaya başlıyorsun, devlet insanını ve tanımlı toprağını korumak için kurulmamış mıydı en başından? Kendi kendini yok etme yolunda ilerleyen bir mekanizmanın dişlilerini kırmak için, o dişlilerin arasına insanları mı sokmak gerekiyor ille de? Senin bildiğin masallarda da kötüler vardı ama masalın sonunda kötüler ya yok ölür ya da iyiye dönüşürdü. O yüzden mutluydu bütün masallar oysa Dünya masalsılığından eksiliyordu günden güne. Pırıltısından geriye buruk bir gülümseme bile bırakılmadan siliniyordu son süratle.  Gerçek de temiz bir tuvalde resmedilmişti demek ki bir zamanlar. Gerçeği lekelerinden arındırmak, Dünya’yı yeniden masala döndürmek için dişlileri arasına insan sokmadan durdurabilmenin ve hatta geriye çevirebilmenin yollarını bulabilmek için öğrenmeye devam etmelisin. Acısan da gözlerin ve kalbin açık olarak bakmaya devam etmelisin.