17 Ocak 2012 Salı

O An Gerçekten Varolduğunu Hissederdi

Huzurlu bir dalga sesiyle, kuş seslerinin nasıl da birbirlerine yakıştıklarını düşündü. Masasında hınzırca dolaşan bir karınca ve yanında rüzgarda ahenkle danseden, bırakılmış bir poşetten başka birşey yoktu. Falezlere inat edermişçesine kenarında dimdik duran bir ağacı seyrediyordu. Ne ağacı olduğunu kestiremese de o kesinlikle güçlü bir ağaçtı. Sonra cilveleşen iki kediye takıldı gözü ve bu ikisinin dünyanın en şanslı kedilerinden olduğunu düşündü. Öyle ya; etrafında umarsızca oynayabildikleri bir ağaçla, masmavi bir deniz manzaraları vardı. 
Ve tabi güneş, binlerce yıldır sayısız metafora kaynaklık eden, en güzel..
Gözü bu kez denize takıldı. Yeşilımtrak bir mavinin, tonu ışıkla bolca açılmışı. 
Denizin ağaçla ne çok ortak yanı olduğunu düşündü, ikisinin de inatçı, ikisinin de anaç oluşunu. Keşke denizin rengi bir anda şeffaflaşsa ve onun koruduklarını oturduğu yerden kısacık bir süre görebilseydi. Kimbilir nasıl bir coşku vardı içerde. Yeni bir gün yeni bir serüvendi orda da, inanıyordu. Günlük rutinlerin dansa büründüğü ve bu nedenle de sihirlendiği yerdi orası. Hakim olan duygu durumu bir kayalıktan diğerine değişiyor olabilirdi ama, tepeden baktığında gördüğü ahenk sihirin ta kendisiydi onun için. 
Bir deniz kızı olabilmeyi geçirdi içinden ama bunun diğerlerine haksızlık olabileceğini düşünüp vazgeçti sonra. Öte yandan ya suyun içinde olabilme ya da dışında kalabilme hakkı tanınmıştı insana. Bir seçim bir kaybedişti, alışkanlıklarından ayrılmayı göze alamazdı. Alışkanlıklarının kendi tercihlerinden oluştuğunu umdu ve gülümsedi.
Burda olmayı özlemişti, tüm curcunadan kaçıp, kara üzerinde yaşayan bir deniz kızı olma hissiyatını.. Önceleri BMX'ine atlayıp nefessiz kalana kadar sürerdi bisikletini. Sonra da bulduğu ilk çimen fıskıyesinin altına dalar, sırılsıklam olurdu. O an gerçekten varolduğunu hissederdi. Şimdi seneler ilerleyip, onu daha çok alışkanlığa bürüdüğünden, Carpe diem kavramı da biçim değiştirmişti.
O an gerçekten ordaydı.Kafasında yapacaklarının listesi dolansa da, o ordaydı. 
Sonra birden farkedip, hiçbir zaman tamamlanmamış hissetmeyi diledi Tanrı'dan. Tamam olmak bitiş çizgisini anımsatıyordu ona. 
Sessizliğin sesini dinledi öylece. Sessizlikte dalga sesi, rüzgar sesi vardı. Galiba sessizlik fizik dünyada mümkün olmayan bir durum diye düşündü. Güya şu an sessiz bir yerdeydi ama uzaklardan gelen araba sesleriyle az önce havalanmış bir uçak ve bir cırcır böceği sesinin yine o poşetle yaptığı kanunu duyuyordu işte.



Bir Şehirden Ayrılırken..

Bir şehirden ayrılırken, ayrıldıklarının sesi kalıyor kulağında. Sen ordan giderek uzaklaşırken onların o an ne yaptıklarını düşünüyorsun. Kalbinin bir yanı eksilse de, gidiyorsun. Gitmeyi  istiyorsun, kalmayı daha az. Kırılmayı istemiyorsun ama.
Zihnindeki pembe kutucuğa bir film daha koyup, ileriye bakıyorsun. O sayfayı kapatıp, yeni yapacaklarına odaklanıyorsun. 
Ama sesler kalıyor senle bir de anlık duygu parçaları. Sen şehirden uzaklaşırken, orada gün sönüyor, açılıyor ardı sıra lambalar ve hayat kaldığı yerden devam ediyor.
Sesleri seviyorsun. Veda öpüşleri bütün bir buluşmanın özeti oluyor adeta; telaşlı, samimi, buruk ya da karmaşık. 
Küçük elleri arkanda bırakıyorsun, bir sürü cüceyi ve komik yüzlerini de!
Filmlerin hepsi aynı şekilde başlıyor. Standart üç bölümlü işte; giriyorsun, geliştiriyor sonra da bitiriyorsun. 
Bu tür filmlerin girişiyle bitişi aynı bir tek gelişme kısmı çeşitleniyor. Bunun haricinde hiçbir şey değişmiyor, pişmanlıklar bile.

Eşitliği Bozulmuş Denklemler Diyarı

Eşitliği çoktan bozulmuş denklemler diyarı..
Sıcağı çalınmış, karı naif ama suyu donamamış..
Hepsinin yüzüne cansız renkler çalınmış bu evlerin, hepsi birbirine benziyor.
Daracık pencerelere asılmış yılbaşı süsleri farklı sadece. 
Bu yılbaşı süslerinden yansıyan renkli yüzler hayal ediyorum, renk cümbüşünden bir kare sırf renksizliğe inat! 
Kötü anıları var bu binaların, şahit olduklarının rengini yüzlerine çalmışlar.
Sahipleri mütemadiyen değişirken onlar burayı hiç terkedememiş. Hatırladıkça daha da solmuş renkleri. 
Bir kara büyü yaparmışçasına onları dikip, yere bağlayan sonra da trajedilerini izleten insanlardan hep nefret etmişler.
Gördüklerini sordum ama.. anlatmaktan utandılar.

Neuschwanstein

Hayal kalesi, hayallerini gerçekleştirebilme iradesi, gerçekleştirebileceğin bir hayali seçmenin tatmin duygusu. 
Peri masalı tepesinde, dağların yanında, göllerin kucağında, rengarenk heybetli bir şato. Upuzun bir tırmanış sonrasında bahar gibi taze bir zirve. 
Buradan bakıp, güçsüzlüklerini hiç hatırlamamayı istemiş olmalı. Dünya üzerinde gerçek bir peri masalı prensi olmak isteyip de olabilmenin tadı muhteşem olmalı.
Rüzgarın ıslığındaki karın yatağında, buraya gelip de hayran kalmamak ya da kendi hayallerini hatırlamamak mümkün mü? 
En az kale kadar, fikri bile ilham verici.

Sıradan Bir Fotoğraf Karesi

Dünya'nın başka bir kısmında, gri bulutların altında pamuk hafifliğinde yağan karda derin bir sessizlik var. Bir Cumartesi sabahı, silecekler karı pek sevmiyor. Yine bir yerlere gidiyor insanlar.. hayat sabahları da hızla akıyor. Saat 24:00'ı bir saniye geçince takvimde yeni bir yıla gireceğiz aynı hikayelerle. Eski yılın son saatlerinde Herald Tribune'de sıradan bir fotoğraf; Muaman Abu Daf, onlarca insanın omzunda, bayraktan battaniyesinde, başıyana eğik gidiyor. Ortadoğu sayfasında sıradan bir haberin fotoğrafı olacağını hiç aklına getirir miydi?

Budapeşte'de bir Strauss

Enerji dolu burası, zaman hiç geçmemiş gibi. Mekanın ruhu yanıbaşımızda, terkedip gitmemiş. Peri masalının ortasında oturuyoruz da dansetmek gerek aslında ve vals..başladı. Bu kadar insan gözleri seyreylerken sahneyi acaba hangi yolculukta şu an? Bedenleri koltuklara sımsıkı yerleştirilmiş ama ruhları nerede? 
Şef kendi harmonisini yaratarak devleşmekle öyle meşgul ki onun başka bir yere gidebileceği zannetmiyorum. 
Birçoklarının anladığı ama benim anlayamadığım kelimlerle dolu dört bir yanım. İyi ki bir tek kelimeler yetmiyor anlatmak için ve iyi ki ifadelerimiz ses tonumuza maske oluyor. 
Yine de duyuyorum ben bu kelimeleri, görüyorum onları tek tek, ağızlardan çıkarken. Hafifleyerek kubbeye yükselirken görüyorum onları. Sanki elele verip dansediyorlar tepemizde. Ürkek adımlarla insanlara yaklaşıp, ürkekçe yukarı kaçıyorlar yine. Bu kelimeler on yıllardır burada. Onlar asıl yerlileri mekanın biz ancak biletli. 
Dansederlerken kelimelerin bir alt katında notalar var. Notalar giderken burda bırakılan hislere eşlik ediyor. Onların da altınta aslında etrafında ilelebet kalanlar ise ressamın fırça izleri bir de renkler.
Renkler gölge oyununa girebilsin diye etrafları hep altın. 
Yeni ve geçici olan bir bizleriz burada. Gerçek sahipleri arkamızdan el sallayacak birazdan.. hüzünlenirler mi bilmiyorum bu bize son bizden sonrakilere ilk dansları.