20 Nisan 2012 Cuma

Medea/Euripides


Euripides yaşadığı toplumla çatışma içinde olan, toplumdaki sosyal yaşamın çelişkilerini çok iyi gözlemlemiş gerçekçi bir yazar. Hatta bu eserini yazarken mitolojideki Medea gerçeğinden de bazı noktalarda sapmalarda bulunmuş. Bunu yapmasının nedeni gerçeği kendi gözlerinden aktarmak için miti sadece bir malzeme olarak kullanmış olması olmalı.

Medea bir özelliğiyle Antik Yunan Tragedyalarından ayrılıyor. Tragedyalarda genelde ortalamanın üzerinde karakterler konu edilmesine rağmen, bu metinde kölelerin/hizmetçilerin oldukça aktif bir şekilde konuşturulduklarını görüyoruz. Kaderi değiştiremeyecek olsalar da her ikisi de en başından Iason’u haksız buluyor ve endişelerini dile getirmekten çekinmiyor.

Medea hırslı bir kadın; hırsları sayesinde kocasının başarılı olmasını sağlıyor ama işlediği suçların nedeni de hırs yine. Iason onun kocası olduğu sürece zararsız olmasına rağmen, aldatılmasından sonra tekrar gün ışığına çıkan hırsları kendi çocuklarının dahi hayatına mal oluyor.

Eser Euripides’in kadının pozisyonuna ışık tutması itibariyle de ilgi çekici. Ona feminist bir yazar diyemeyiz belki çünkü Medea’ya en başında sempati kazandırıyorken sonradan bencil ve kötü bir kadın olarak algılanmasını engellemiyor ama toplumun kadına bakışındaki adaletsizlikleri ve körlükleri net bir şekilde göstermeye çalıştığına da şüphe yok. Medea sadece Antik Yunan’da kadının pozisyonunu göstermesi açısından değil, aslında Endüstrileşme öncesi dönemin tamamına dair fikir sağlaması açısından da incelenebilir. Kadına dair yansıttığı  hususlardan birkaçı; kadının evlendikten sonra kocasına ait olması ve kendi yurdunu terketmesi yine bu nedenle yeni katıldığı toplumda bir yabancı olması, sosyal alanda kocası gibi gezme, dolaşma hakkının olmayışı evde oturmasının beklenmesi vs. Medea aslında bu tür problemleri olan tüm kadınların simgesi. Sürgüne gönderilmesine de bu gözle bakmak gerekir.
Evlendikten sonra aidiyeti babasından kocasına geçen ve bulunduğu ortama sonradan geldiği için yabancı olan kadın, sürgüne gönderilince daha da aidiyetsiz, kimsesiz ve korumasız kalıyor yani iki katı cezalandırılıyor. Metinden anlaşıldığı kadarıyla halkı –Yunanlılara gore diğer tüm halklar gibi belki-barbar bulunuyor ancak barbarlığı Yunan bir kocası olması sebebiyle görünür değil, ancak sürgün kararından sonra yeniden barbar olarak anılmaya başlanacak. Barbar olan ötekileştirilmiş, barbar batıl ve yabani kabul ediliyor, oysa Yunanlılar kendilerini rasyonel ve gelişmiş kabul ediyor. Ama Medea zaten etrafındakilerden daha zeki bir kadın olduğu için Barbar olmasa da öteki olmaya mecbur. Bunu şu sözlerinden anlayabiliyoruz; ‘Ne geçiyor eline zeki olunca? Boş veriyorsun kendi işlerine; bütün yurttaşların nefret ediyorlar senden. Aptallar da cahil diyorlar sana ve de işe yaramaz, alışık olmadıkları bir bilgiyi sunduğunda onlara.’

Ama sonuçta rasyonel bir insanın yapacağı bir şey gibi grünmüyor Medea’nın yaptıkları. Euripides’in hırsın, tutkunun ve kibirin daha iyi sorgulanabilmesi için böyle bir son tercih ettiğini düşünüyorum.

Günlük Müstehcen Sırlar


Şehir Tiyatroları Sadabad Sahnesi’nde, merakla beklediğim ‘Günlük Müstehcen Sırlar’ adlı oyunu izlemek için yerimi aldım, sanki muavinlik yapıyormuşçasına yerleri gösteren görevlinin sesinden ya da yanımda oturan ve oyunun başladığı ilk iki-üç dakikada birbirlerine söyleyecek şözleri bitmeyen çifte inat oyuna konsatre olmaya çalışmaktaydım.  Ve oyun kaydıraktan inen pardösülü bir adamla başladı nihayet..Karşımda Taciser Sevinç’in elinden çıkmış, metaforik öğelerle dolululuğundan derin bir oyun vaad eden bir çocuk parkı manzarası vardı. Bir süre sonra oyunun ikinci pardösülü adamı da geldi ve bu iki karakter arasında birbirini tanıma çabasıyla geçen uzun diyaloglar başladı. Oyun Şili, Santiago’da geçmekteydi. Her iki adam da teşhirci kılığında kız okuluna yakın bir parkta konumlanmayı seçmişlerdi. Birbirlerinin kimliklerini deşifre etmeye uğraşırlarken birinin Karl Marx, diğerinin ise Sigmund Freud olduklarını iddia ettiklerine şahit olduk. Oyun karakterleri de Marx ve Freud kadar zıt karakterlerdi. Söz düelloları arasında tarihe damga vurmuş bu iki adamın sosyo-psikolojik temelli fikirlerini duymaktaydık. Yavaş bir tempoyla başlayan tek perdeli oyun, ikinci yarısında hızlanmaya başladı. Bu hızla birlikte metinler de giderek karmaşıklaşarak takibi güç hale geldi. Vodvilyen bir tavırla kaleme alınmış olduğu için özüne uygun olarak Türk seyircisine göre uyarlanmaya çalışılmış oyun kanımca komediye kaynaklık etmesi için kurgulanmış esprilerinin düzey ve derinlikleri itibariyle maalesef sınıfta kaldı.
Oyun, yazarı Marco Antonio De La Parra’ya, 1987 yılında Şili’de Gazete Yazarları Derneği’nin en iyi oyun ödülünü kazandırmıştı. Pinochet’nin baskıcı rejimi altındaki halkın birbirine hapsolmuş insanlarını anlatıyordu. Tahminimce ülkemizdeki mevcut siyasal durumla ortak noktaları olması sebebiyle tercih edilerek programa alınmıştı. Ancak sanırım çevirideki eksiklikler nedeniyle niteliksel olarak kopuk ve izleyiciye uzak bir oyundu. Oyunun yönetmeni Yıldırım Fikret Urağ’ın deneysel bir oyun ziyefeti sunma niyetiyle yola çıkmış olduğu çok belli olmasına rağmen oyun metni itibariyle içine girmekte zorlandığım ve nereye gittiğini kestiremediğim bir yolculuktan ibaret kaldı. Cengiz Tangör ve Erkan Sever’in başarılı performansları,  gayet tatmin edici şekilde kullanılan dekor, ışık ve efekt unsurlarına rağmen oyun zihnimde tamam olamadı. Oyun esnasında sahnede görev almayan ekip elemanlarının bir kısmını dekorun arkasından geçerken ya da kenarından bakarken görmek dikkatimi dağıtarak keyfimi kaçırdı.  Oyun broşürünün üzerine not edilmiş olan 16+ ibaresini oyunun en başında saçma bulmuştum ve bu kanım oyunun sonunda da değişmedi. İlaveten Erkan Sever’in oyun boyunca her hareket edişinde muhtemelen bacakları görünmesin diye pardösüsünün önünü düzeltmeye çabalaması aklıma kendisine yöneltilmiş olabilecek yersiz ve gereksiz eleştirileri getirmiş olduğu için bir nebze içimi acıttı.
İçerisinde yer yer güzel repliklere de yer veren oyun yukarıda belirttiğim hususlardan dolayı damağımda eksik bir tat bıraktı. Sanırım bu nedenle oyunun çıkışında oyundaki bayağı esprilere katıla katıla gülen ve ‘aa ben oyunu beğendim’ diyen izleyicilere neyi ve niçin beğendiklerini sormamak için kendimi zor tuttum.