Bugün bir yazı yerine bir masal yazmak istedim. Belki
de yetişkinlere masallar serisinin ilki olacak bu.
…Günlerden
bir gün, anlamların anlamını yitirdiği, kahkaların yerini buruk ve yamuk ağız
gülüşlere bıraktığı, kelamın bol, emirlerin bir yerden geldiği, safsatayla
çorbanın başlangıç olarak yendiği, hesabın kimseye kesilmediği yakın
diyarlardan birinde çirkin mi çirkin bir kral yaşarmış. Kralın dalkavukları
bile yüzüne bakmaktan imtina edermiş; ondan ölesiye korkarken, saklı köşelerde
onunla dalga geçmekten de kendilerini alamazlarmış. Öyle ya kral bu, bir
insanın bu dünyada sahip olmak isteyebileceği herşeye sahipmiş ama kimse yüzüne
bakmak istemiyormuş. Dedikoduya göre kralın yüzünü gören cariyeler 3 gün, 3
gece yemek içmekten kesilir, uyku uyuyamaz olurmuş. Bu yüzden harem ağaları
kral ya aynı kızı tekrar isterse diye endişeden en fazla 3 yıl yaşarmış. Ama
neticesinde kral bu, küçük iletişim ağı insanı. Sosyal medya diye birşey
bilmediğinden hakkındaki dedikoduların günden güne globalleştiğinden bihaber
geceleri rahat uykular uyurmuş.
Kral
bir gün, insanların zayıf noktalarını bularak buralardan saldırıya geçen, bu
saldırıları da silah adı altında tanımlı konvansiyonel araçlarla yapmadığı için,
hiçbir zaman öldürme ya da yaralama suçundan dava edilegelmemiş bir grup
insanın ağına düşmüş. Bu adamlara Sermaye sözcüleri deniyormuş. Kralın zayıf
yanı çirkinliğiymiş, Sermaye sözcüleri de bunu öğrenir öğrenmez planlarını yapıp, jetlerine atlayıp yola çıkmışlar ki;
binmeleriyle inmeleri bir olmuş. Bir de bakmışlar karşılarında kral. Başına
geleceklerden habersiz zavallı kral, geleceğe dönüş filminin ekibimi bunlar
diye kaşları havada, kafasında düşünce baloncuklarıyla aklına gelenlerle
renkten renge girmeye devam ederken malum adamlar söze girmiş. ‘Haşmetli kral
hazretleri; ününüzü, zenginliğinizi çok uzak diyarlardan işittik. Kabul
ederseniz sizlere iş ortaklığı önermek isteriz’ demiş sözcüleri. Kral upuzun
kırlaşmış sakallarını önce yukarıdan aşağı, sonra sağdan sola sıvazlayıp
adamlara kaşlarını hiç indirmeden yanıt vermiş: ‘Bana, bende olmayan hiçbirşey
sunamazsınız, sizinle ne diye iş yapacakmışım’ deyip kocaman bir kahkaha atmış.
Sermaye sözcüleri, bu soruya hazırlıklı olmanın verdiği güvenle, hiç
istiflerini bozmadan sözcülerine bakmışlar hep birlikte, hepsi içinden merak
etme biz sana ihtiyaç yaratırız kral efendi diyorlarmış. Sözcü lafa girmiş: ‘Kralım Allah pek tabi herkese
kendine yakışan hatlar vermiştir lakin, bazen sosyal beğeniler bu duruma aykırı
gelişebilir, eee nasıl desem, görüyorum ki sizin çok güzel bir yüzünüz var
lakin, sosyal medyada cariyelerinizin yaşadıklarından bahsedildiğine tanık
olduk’ demiş. Kral o anda sinirden kıpkırmızı kesilip kükreyerek yerinden
kalkmış ve adamlarına tez bana sosyal medyayı getirin buyurmuş. Kralın adamları
hayatlarında ilk kez duydukları bu yabancıyı nerden bulacaklarını
düşünedursunlar, sözcü hemen tekrar lafa girip: ‘Kralların kralı, saygıdeğer
kral, bizimle çalışmayı kabul ederseniz sizi baştan yaratabiliriz.’ demiş. Kral
içinde bulunuğu öfke denizinin ötesinden bir an güneşi görür gibi olmuş.
Duyduklarına inanamamış, yakışıklı bir adam olabilmek için tüm çil altınlarını,
kölelerini, tarlalarını ve hatta saraylarını vermeye hazırmış nicedir. Sözü uzatmadan
kendi adamlarının şaşkın ama rahatlamış bakışları altında Sermaye sözcüleriyle iş
yapmayı kabul etmiş. Kral hayallerinin gerçek olabileceği olasılığının verdiği
heyecanla sarhoş bir gülümseme takınıp tahtına geri oturmuş lakin adamların önereceği işi sormak aklına
bile gelmemiş. Kral bir adamını, Sermaye
sözcülerinin istediği herşeyi vermesi için görevlendirip, yakışlı bir insana
döneceği günün hayallerini kurarak, sihri yapacak büyücüyü beklemeye başlamış.
Kralımız
küçük yer insanı ya; globalleşmeden, küresel ısınmadan, nesli tükenen
hayvanlardan, eriyen buzullardan, delinen ozon tabasından, hapislerdeki
demokrasi savaşçılarından, koca dayağıyla öldürülen kadınlardan, Ortadoğu’da
yaşanlardan, Güney Afrika’daki kıtlıktan, enerji santrallerinin yarattığı
kirlenmeden, kanserojen katkı maddelerinden, yüksek dozda radyasyon yayan baz
istasyonlarından, bunlar gibi pek çok şeyden ve hatta GDO’lu tarımdan
bihabermiş.
Sermaye
sözcüleri kralla kaldıkça, onunla sohbet etmeye doyamıyor, kralın cahilliğinden
aldıkları keyifle kah havalara uçuyor, kah mercanlara dalıyorlarmış.
Kendilerine en çok fayda sağlayabilecek iş kollarının Kral topraklarına
kuracakları termik ve nükleer enerji santralleri ve santral kurmaya elverişli
olmayan yerlere de ekecekleri GDO’lu tohumlar olduğuna karar verip, diğer
seçeneklerden vazgeçmenin verdiği doyumsuz hoşnutsuzlukla işlerine koyulmuşlar.
Kralın toprakları dünya üzerinde aklı olan hiçbir insan topluluğunun kabul
etmeyeceği nükleer ve termik santral yapımına çok uygunmuş. Bir kere halkın
bunların ne olduğuna dair hiçbir fikri olmadığı gibi, ne olmadığına dair de
fikri yokmuş, kralımız en doğruyu buyurur diye düşündüklerinden hiç bir
kaygıları bulunmuyormuş. Dünya üzerindeki aktivistlerden, okur yazar ve pek
tabi ki araştırmacılardan bir haber olduklarından, işleri durdurmaya yönelik
hiç bir eylemde bulunma ihtimalleri de yokmuş. Halkın tepkileri Sermaye sözcülerini korkutmaktaymış çünkü
Türkiye ülkesinde 1990 yılında 60 km’lik bir insan zinciri oluşturmak suretiyle
Aliağa’nın Gencelli köyüne kurulması planlanan termik santral Bakanlık kararıyla iptal edilmiş ve bu
karar halkın örgütlü tepkisi neticesinde alınması sebebiyle çevrecilerin ilk
resmi zaferi ve Sermaye adamlarının korkulu rüyası olagelmiş. Bu nedenle
Sermaye sözcüleri bu enerji tesislerinden gelecek enerjiyi ballandıra
ballandıra anlatıp, iyice göz boyamaya çalışmak zorunda kalmışlar. Demişler ki; ‘Artık
topraklarınızı gelen enerjiyle çalışan sistemler sulayacak, bizim getirdiğimiz
makinalar çapalayacak siz sadece ayaklarınızı uzatıp keyif çatacaksınız’. Masum
köylü mutluluktan duyduklarına inanamaz olmuş.
Sonra tabi GDO’lu tohumlar çıkarılmış ortaya. GDO’lu tohum kendi türünden ya da
kendi türünün dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri
değiştirilmiş tohumlara deniyormuş. Tüm insanoğlunun
ortak malı olan tohumların genetik yapılarının değiştirilip sermaye sözcülerince tescil ettirilmesi
direk olarak insanlığın geleceğini tehdit etmekteymiş ama iletişim ağının
gelişmiş olduğu Dünya’nın diğer taraflarında bile bundan yine çok az insanın haberi varmış. Hatta
Sermaye sözcüleri yaptıkları işi meşrulaştırmak adına dünya nüfusunun hızla
arttığını, bu nedenle önümüzdeki
yıllarda gıdaların yetersiz kalacağı, bu nedenle de GDO uygulamalarının
kaçınılmaz olduğu yalanlarını savurmaktalarmış. Oysa uluslararası sivil toplum
kuruluşu OXFAM 13 Şubat’ta yayınladığı bir raporla yoksulluğun sona
erdirilmesinin, doğal kaynaklara ilave yük getirmeden, bazı hususların revize
edilmesiyle gerçekleştirilebileceğini basbas bağırıyormuş. OXFAM diyormuş ki; ‘Çevresel bozulma ve insani yoksunluk hususlarını
birlikte ele almak gerekir. Çünkü açlık, eşitsizlik, sağlık sorunları gibi
sosyal sınırlarla, iklim değişikliği ve biyoçeşitliliğin kaybı gibi Dünya ve
çevreye ilişkin sınırlar birbirinden ayrılamaz. Dünya
nüfusunun %13’ü açlıkla karşıkarşıya ve bu insanlar için gerekli kalori küresel
gıda arzının sadece %1’i ile karşılanabilir. Dünya nüfusunun %19’u elektrikten
yoksun ve küresel CO2 emisyonlarını %1’in altında artırarak buralara enerji
sağlanabilir. Ve yine Dünya nüfusunun günde 1,25$’ın altında gelire sahip olan
kesimi olan %21’inin yoksulluğunu önlemek, küresel gelirin sadece %0,2’siyle
mümkün.’ Tüm bunlardan haberdar olan azınlık kesim biliyormuş ki Dünya üzerindeki asıl çevresel baskıyı oluşturan aşağı yukarı toplam nüfusun %10’una karşılık gelen Sermaye sözcülerinin aşırı kaynak kullanımı ve bu
adamların sürdürülemez yaşam biçimini taklit eden küresel orta sınıfın beklenti
ve talepleriymiş.[i] Yani asıl sorun üretim değil, paylaşım sorunuymuş.
Oxfam sesini duyurmak için bağrınadursun, Sermaye
sözcüleri masum köylüye demiş ki; ‘Biz bu
tohumları ve ilaçları bir güzel okutup üflettik. Bunları kullanırsanız
ekinlerin yanına ne yabani ot gelecek ne de böcek; artık gübreye de ilaca da
gerek kalmayacak’. Köylü de ne yapsın, neşe içinde olanları seyretmeye koyulmuş. ‘Cennet bu olsa
gerek, biz ne şanşlı bir halkız, Kralımız çok yaşa!’ diye düşünüp durmuş. E tabi, Masum köylünün aklına mı gelir, bir kere bu
tohum kullanılınca artık topraklarda o tohumdan başka birşeyle ürün
yetişmeyeceği, değil otun bu topraklarda karınca bile bitmeyeceği.
Gel zaman git
zaman, santrallerin inşası bitmiş, enerji
üretimi başlamış, tarlalara sulama sistemleri kurulmuş. İlk mısırlar ve
domatesler gün gibi güneş gibi doğmaya başlamış. Onlar büyüdükçe köylünün
yüzündeki gülümseme de giderek büyüyor, kralın sabırsızlığı da artıyormuş.
Domatesler tornadan çıkmış gibi yusyuvarlak ve kıpkırmızı, mısırlar sapsarı
sütlü sütlü ve tonlarca. Köylüde ne gam kalmış ne keder. Bu ne muhteşem bir
büyüymüş.
Ama günler günleri
kovalarken termik santralin
bacasından çıkan kükürtdioksit ve azot oksitler bitkileri once sarartmaya sonra
öldürmeye başlamış. Yağış ve bağıl nem fazlalılığı topraktaki asitleşmeyi
artırmış, böylece mikrobiyolojik etkinliğin direncini azaltmış, hal böyle
olunca da zararlı mantarlar ve böcekler bitki örtüsünü günden güne yok etmeye
başlamış. Sağlığa ve doğaya zararlı radyoaktif atıklar rüzgar ve yağışla etrafa
dağıldıkları
yetmezmiş gibi sinsice yol alıp yer
altı suyunu da kirletmiş. Bunlardan Kral da köylüler de bihabermiş.
Günler
rahatlığın ve neşenin kollarında akıp geçerken öyle bir zaman gelmiş ki köyde sebepsiz yere hastalanmaya başlamış insanlar.
Bir anda yemeden içmeden kesilen, elden ayaktan düşen kadınlar, erkekler,
çocuklar ve yaşlılar. Bilenler biliyormuş ki bu insanlar en çok solunum yolu, kalp, cilt ve gelişim
bozukluğu hastalıklarıyla yüzleşmek
durumda kalıyorlarmış. Kral bu
işe bir anlam verememekteymiş çünkü Türkiye adındaki bir ülkenin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi
Eker, 2011 yılının Aralık ayında yaptığı açıklamada GDO’lu mısırın yemlerde
kullanılmasına ilişkin “Zarar verirse hayvana verir buradan besine asla geçmez.
GDO’nun ete, süte ve yumurtaya geçtiğini kanıtlayan bir tane bile bilimsel
çalışma, veri yok” buyuruyormuş[ii]. Ancak her nasılsa, yine aynı ülkenin
Biyo Güvenlik Kurulu “Literatür
incelendiğinde bazı araştırmalar transjening genetiği değişmiş DNA’nın
memelilerin bağırsaklarında sindirilemeyeceğini gösterirken son zamanlarda
yapılan bazı araştırmalar besinler yoluyla alınan transjening DNA’ların
sindirim sisteminde sindirilmediğini, hücrelere kadar taşınabileceğini
göstermiştir.’ demiş. Saf kralımız ne yapsın bunları kazara duyunca kararsız
kalmış ve tüm cehaletiyle, zenginliklerini ve refahlarını kıskanan insanların
nazarlarının değdiğine inanmaya başlamış. Hekim başılar hastalara yetişemez
olmuş. Köyün üzerindeki güneş sisten ve hava kirliliğinden görünmez olmuş,
sular atıklarla dolmuş. Köyde durum günden güne kötüleşmiş. Kral hala gidişata
bir dur demiyor kendi havucuna sıra gelmesini sabırsızlıkla bekliyormuş.
Günler
günleri kovalarken, onu çok yakışıklı yapacak büyünün yapılmasını
beklerken, kral da kanserin pençesinde kıvranmaya başlamış. Ölüm döşeğinde
Sermaye sözcülerine etmediği laf kalmamış. Kendini aldatılmış ve kandırılmış
hissediyor, elindekilerle yetinmemesi yüzünden masum köylülerin günahına
girdiğini düşündükçe vicdan azabıyla doluyor ve yattığı yerde sinir krizleri
geçiriyormuş. Sermaye sözcüleri
kralın ölmesine birkaç saat kala yanına gelip aslında kendilerinin de genetiği
ile oynandığını üstüne etik duygularının yerine para hırsının implant
edildiğini ve bunu anlamadığı için kralın sadece çirkin olmakla kalmayıp çok da
aptal olduğunu yüzüne vurup, kapıyı çarpıp çıkmışlar. Ne de olsa kaybedecek
vakit yok, cahil diyarlarda kazanacak para çokmuş.
Kralın ülkesindeki bu masal mutsuz bitmiş bitmesine
ama Dünya’nın geri kalanı sosyal medya sayesinde asıl sorunun cehalet sorunu
olduğunu anlamış ve aynı tuzaklara düşmemiş. Sermaye sözcüleri cehalet bulma
peşinde sonsuza kadar dolaşıp durmuş.
Bu bir masal olduğu için Dünya’nın geri kalanı Sermaye
sözcüleriyle başedebilmeyi başarmış ama bu yazı masal değil gerçek olsaymış
kimse sonunu duymak istemezmiş. Sonunu duymak istemeyenlerin hepsi o sırada
İspanya’da yapılan Uluslararası Kafes Kuşları Şampiyonasını izliyor ve mesaisini
Dünya’nın en güzel kafes kuşlarını seçmek için harcıyormuş.
[i] Cumhuriyet
Sürdürülebilir Yaşam Eki, Nihan Gürdenli, Doğayı Bozmadan yoksullukla mücadele
mümkün..,28/02/2012
[ii] Habertürk,
27/11/2011