İçimde iki adam var- ya da daha doğrusu iki
varlık; birisi doktor, birisi de hasta…
Anton
Pavloviç Çehov
İKSV’nin
düzenlediği 18. Tiyatro Festivali kapsamında DT Tekel sahnesinde sergilenen
Çehov Makinesi adlı oyunun pek çok açıdan takdiri hakettiğini düşünüyorum.
Çehov
Makinesi Romanya’lı yazar Matei Vişniec’in kaleminden çıkmış. Mete Gürman’ın
çevirisi ve Müge Gürman’ın yönetmenliğinde Devlet Tiyatrosu’nda can bulan
oyunun kadrosunda Uğur Polat, Hakan Vanlı, Erkan Taşdöğen, ve Ayça Bingöl gibi
başarılı isimler yer alıyor.
Ölürken
insanın hayatının gözlerinden önünden bir film şeridi gibi geçmesi durumu Çehov
için Çehov’un yarattığı karakterler tarafından, onların gözünden yansıtılıyor.
Çehov hem oyunun bir parçası hem de ana süjesi konumunda. Tüberkülozdan yavaş
yavaş ölürken, İvanov, Martı, Vanya Dayı, Üç kızkardeş ve Vişne Bahçesi
eserlerinin kahramanları onu tek tek buluşurken, hayattan, ölümden, iyiden,
kötüden, umutsuzluktan, neşeden ve bunların içinde ve dışında kalan herşeyden
bahsediyorlar. Çehov bu karakterlerin bir anlama tanrısı olmasına rağmen
onların neden’lerine, niçin’lerine, en çok da yaşadıkları şeyleri neden yaşamak
zorunda olduklarını sorduklarında cevapsız da kalabiliyor. Onların bazen
doktoru, bazen yargıcı, bazen savcısı oluyor. Ama sonuçta onların kaderlerini
değiştirmelerine yardımcı olamıyor tıpkı doktor olmasına rağmen kendisini
iyileştiremediği gibi. Anna Petrovna ona nasıl ölüneceğini anlatmak isterken,
üç doktorlar onun edebiyat ve toplum için ne ifade ettiğini tartışmaya açıyor.
Bu karakterlerin hepsi içinde bulundukları çemberin dışına çıkamayan
karakterler; Çehov’un hayat verdiği ama onun gibi hastalıklı- natamam karakterler.
Sahnede dönebilen dairesel bir taban ve fonda hareket halinde hızla geçip giden bir tren var. Bunlar ışık efektleriyle birleşince izleyicide Çehov’un sanki trenle her bir karakterini, onun yaşadığı yerde ziyaret ediyormuşçasına değişken bir mekan algısı yaratılmış. Aslında biz hep ölmek üzere olan bir adamın yatak odasındayız.
Çehov Makinesi izleyicinin çok dikkatli bir şekilde izlese bile mutlak kaçıracağı birşeylerinin olduğu çok yoğun, hızlı ve uzun bir oyun. Karakterler arasındaki geçişler ve karakterlerin Çehov’la yaptıkları felsefi sohbetler sanıyorum pek çok insan için farklı farklı şeyler ifade edecektir. Başarılı bir ekip oyunu olan bu absürd serüvenin Uğur Polat’ın nerdeyse 120 dakikalık muhteşem performansıyla birleşmesi ve bizlere sunulmasının büyük bir şanş olduğunu düşünüyorum.
Sahnede dönebilen dairesel bir taban ve fonda hareket halinde hızla geçip giden bir tren var. Bunlar ışık efektleriyle birleşince izleyicide Çehov’un sanki trenle her bir karakterini, onun yaşadığı yerde ziyaret ediyormuşçasına değişken bir mekan algısı yaratılmış. Aslında biz hep ölmek üzere olan bir adamın yatak odasındayız.
Çehov Makinesi izleyicinin çok dikkatli bir şekilde izlese bile mutlak kaçıracağı birşeylerinin olduğu çok yoğun, hızlı ve uzun bir oyun. Karakterler arasındaki geçişler ve karakterlerin Çehov’la yaptıkları felsefi sohbetler sanıyorum pek çok insan için farklı farklı şeyler ifade edecektir. Başarılı bir ekip oyunu olan bu absürd serüvenin Uğur Polat’ın nerdeyse 120 dakikalık muhteşem performansıyla birleşmesi ve bizlere sunulmasının büyük bir şanş olduğunu düşünüyorum.