Yaşadığımız yer kendine
has bir düzenden ibaret dev bir mekanizma gibi çalıyor. Yaşamı bir sistem
olarak adlandırmak gerekirse, sistemin sürekliliğinin de temel dinamikleri
olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sophokles’den önce ve sonra bu dinamikleri
çözebilmek için çaba sarfediliyor ama günün sonunda sistemin düşünme yetisine
sahip unsurları olan bizlerin birey olarak konuya bakışı, dahası duruşu, kritik önem taşıyor. Herşeyin
‘bir’ olduğu ve ‘bir’den türediği bu sistemde ‘bir’in öncelikle kendinden
sorumlu olmasının mutlak bir anlamı var. Çünkü ‘bir’ bütünün hem bir parçası
hem de kendisi. ‘Bir’in sisteme bakışını ve onu yorumlayışını inanç olarak
adlandırıyorsak, farklı inanç türlerinin de ‘bir’ olduğu hususlar olması kaçınılmaz.
İnsanın fizik yapısının kas ve iskelet sistemi üzerine kurulu olması gibi,
moral/manevi yapısının da bir yapı üzerinde yükselmesi gerekliliği erdem
kavramını antik çağlardan itibaren kullanıma sokmuştur. İyi bir insan, erdemli
bir insanla eş tutulmuş; erdemli insanın diğer doğru/gerekli vasıflara sahip
olacağı varsayılmıştır.
İkinci önemli kelime ise
‘öldürmek’ ve ‘adalet’. Ölüm’ün dünyevi sistemden bir çıkış olarak
anlamlandırılması ve ‘vicdan’ kavramına sırt çevirerek ‘öldürmek’ suretiyle bir
insanın oyun dışında bırakılma çabasının kötü emellere (?) alet edilmesini
önlemek amacıyla sistemin insan unsuru adalet kavramını da alt bir sisteme
oturtmaya çalışmış. Ama bu çabadan önceki dönemde –Antik Yunan’da- adaletin
kaynağı kabul edilen Zeus’un, bizde kullanılan ‘her işte bir hayır vardır’
deyişi gibi, her olaydan haberdar olduğu ve kötü adledilen olayların olmasının
bile bir nedeni/anlamı olduğu kabul ediliyor. Aksi takdirde kan davası denen
ilkel sistemin günlük, sıradan bir olay kabul edilmesi kaçınılmaz olurdu.
İntikam kavramı ise
kişinin inanç sistemlerine ve bütünün ‘bir’liğine olan saygısını daha doğrusu
güvenini yitirmesi ya da akıl gözüyle, duygu gözü arasındak terazinin
bozulması, dengenin yitirilmiş olması olarak tanımlanabilir. O halde rahatlıkla
şunu söyleyebiliriz; Sistemin bir dengeden ibaret oluşu sebebiyle,
-ahlaki/kişisel değerlendirmelere bile girmeye gerek kalmadan- intikam olgusu
dengeyi bozması itibariyle yanlıştır. Kaldı ki intikam savaşları beslemesi
açısından da kötücül olmaya mahkumdur. Akıl ve duygu arasındaki dengenin kaybı
sonuncunda yapılanlar hak iddiasını perde olarak kullansa da ancak vicdana yük
ve utanç kazandırabilir.
Toparlamak gerekirse; sistemde kaçınılmaz olarak yaşadığımız bir filler
ve çimenler gerçekliği olmasına rağmen, tamam bir insan olmanın gerekliliği
olan erdem niteliği hayata karşı kontrollü yaklaşmamızı gerekli kılıyor.
Ağızdan çıkan sözün ya da atılan
bir okun geri alınamayacağının bilincine vararak eyleme geçmek şart. Bunlar
Elektra’nın yaşadıklarına karşı çıkarken, Elektra’nın onur/şeref kazanmak adına
yaptıklarına da karşı çıkan satırlardır. Bir’in kötülüğe bulaşmasının yani
Sophokles’in dediği şekliyle yasalara karşı gelmesinin vicdani yargılamasını
yapmak kadar doğal ancak bu yargılamayı eylem düzeyine taşımak kadar anormal
bir durum ancak kaos yaratır. Bu kaos eylemi uğruna gerçekleştirdiğimiz
vicdanın aradığı huzur olamaz.
Olsa olsa ilave bir yüktür sadece...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder