22 Nisan 2012 Pazar

Elektra/Sophokles

Yaşadığımız yer kendine has bir düzenden ibaret dev bir mekanizma gibi çalıyor. Yaşamı bir sistem olarak adlandırmak gerekirse, sistemin sürekliliğinin de temel dinamikleri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sophokles’den önce ve sonra bu dinamikleri çözebilmek için çaba sarfediliyor ama günün sonunda sistemin düşünme yetisine sahip unsurları olan bizlerin birey olarak konuya bakışı, dahası  duruşu, kritik önem taşıyor. Herşeyin ‘bir’ olduğu ve ‘bir’den türediği bu sistemde ‘bir’in öncelikle kendinden sorumlu olmasının mutlak bir anlamı var. Çünkü ‘bir’ bütünün hem bir parçası hem de kendisi. ‘Bir’in sisteme bakışını ve onu yorumlayışını inanç olarak adlandırıyorsak, farklı inanç türlerinin de ‘bir’ olduğu hususlar olması kaçınılmaz. İnsanın fizik yapısının kas ve iskelet sistemi üzerine kurulu olması gibi, moral/manevi yapısının da bir yapı üzerinde yükselmesi gerekliliği erdem kavramını antik çağlardan itibaren kullanıma sokmuştur. İyi bir insan, erdemli bir insanla eş tutulmuş; erdemli insanın diğer doğru/gerekli vasıflara sahip olacağı varsayılmıştır.
İkinci önemli kelime ise ‘öldürmek’ ve ‘adalet’. Ölüm’ün dünyevi sistemden bir çıkış olarak anlamlandırılması ve ‘vicdan’ kavramına sırt çevirerek ‘öldürmek’ suretiyle bir insanın oyun dışında bırakılma çabasının kötü emellere (?) alet edilmesini önlemek amacıyla sistemin insan unsuru adalet kavramını da alt bir sisteme oturtmaya çalışmış. Ama bu çabadan önceki dönemde –Antik Yunan’da- adaletin kaynağı kabul edilen Zeus’un, bizde kullanılan ‘her işte bir hayır vardır’ deyişi gibi, her olaydan haberdar olduğu ve kötü adledilen olayların olmasının bile bir nedeni/anlamı olduğu kabul ediliyor. Aksi takdirde kan davası denen ilkel sistemin günlük, sıradan bir olay kabul edilmesi kaçınılmaz olurdu.
İntikam kavramı ise kişinin inanç sistemlerine ve bütünün ‘bir’liğine olan saygısını daha doğrusu güvenini yitirmesi ya da akıl gözüyle, duygu gözü arasındak terazinin bozulması, dengenin yitirilmiş olması olarak tanımlanabilir. O halde rahatlıkla şunu söyleyebiliriz; Sistemin bir dengeden ibaret oluşu sebebiyle, -ahlaki/kişisel değerlendirmelere bile girmeye gerek kalmadan- intikam olgusu dengeyi bozması itibariyle yanlıştır. Kaldı ki intikam savaşları beslemesi açısından da kötücül olmaya mahkumdur. Akıl ve duygu arasındaki dengenin kaybı sonuncunda yapılanlar hak iddiasını perde olarak kullansa da ancak vicdana yük ve utanç kazandırabilir.
Toparlamak gerekirse; sistemde kaçınılmaz olarak yaşadığımız bir filler ve çimenler gerçekliği olmasına rağmen, tamam bir insan olmanın gerekliliği olan erdem niteliği hayata karşı kontrollü yaklaşmamızı gerekli kılıyor. Ağızdan çıkan sözün  ya da atılan bir okun geri alınamayacağının bilincine vararak eyleme geçmek şart. Bunlar Elektra’nın yaşadıklarına karşı çıkarken, Elektra’nın onur/şeref kazanmak adına yaptıklarına da karşı çıkan satırlardır. Bir’in kötülüğe bulaşmasının yani Sophokles’in dediği şekliyle yasalara karşı gelmesinin vicdani yargılamasını yapmak kadar doğal ancak bu yargılamayı eylem düzeyine taşımak kadar anormal bir durum ancak kaos yaratır. Bu kaos eylemi uğruna gerçekleştirdiğimiz vicdanın aradığı huzur olamaz.  Olsa olsa ilave bir yüktür sadece...

Hiç yorum yok: