13 Mart 2012 Salı

Bir Koyabilsek Ben'i Sen'in Yerine

Duygular, hatıraların öncelikli hatırlatıcısı ve kodlayıcısı olarak başrolde yaşıyor hayatlarımızda. Duygu kodlamalarıyla kaydedilen olayların diğerlerine kıyasla daha sık ve daha net hatırlandığını söylüyor kelli felli araştırmalar. Stanislavski de bu yüzden oyuncuların kendi duygusal belleklerinden ilham almaları gerektiğini söylüyor. Çünkü çağrışımlarla örülüyor zihinler ve empati, benzer olayları yaşarken ben ne hissetmiştim diye düşünmekten geçiyor. Ben’i sen’in yerine koymaktan geçiyor türlü anlama çabaları. Sen’i anlama çabası yönlendiriyor ben’lik kayıklarını aslında. Tıpkı adalet gibi adil olma çabası gibi. Önce ben’in tercihleri var ama sen’in tercihlerini anlamaya çalıştığım, çabalayabildiğim oranda saygı duyabiliyorum sana. Tabi arada bir hata payı bırakmalı her zaman, okulda fizik derslerinde sıkça söylendiği gibi her şey NŞA’da (normal şartlar altında) gerçekleşemiyor.

Ben’i sen’in yerine koymak için önce masaya konuya uygun hatıralarımı koymam gerekiyor. Mümkün olduğunca çok ve mümkün olduğunca doğru. Bazen bunun için ufacık şeylere dikmem gerekiyor gözümü hem de gözüm çağrışımları serbest bıraktırana kadar zihnime. Sonrası mı? Sonrası bir cümbüş ortamı adeta. Neler neler varmış sakladığım. Bunu da mı kaydetmişim, burasını da mı? Şaşırıyorum ortaya saçılanlara. Demek ben de senin gibi diyebilmişim işime geldiğinde, senin gibi bağırabilmişim, küsebilmişim. Kabul ettirmek zor bunları kendime. Ama deniyorum işte.

Peki ya sen? Sen kendini koyabilir miydin benim yerime? 




Hiç yorum yok: