Kumbaracı50 üçlemesinin I.
Kısmı olan ‘Gerçek Hayattan Alınmıştır’da sizi 90 dakika boyunca yakanızdan
tutan ve beyninizin tamamını esir eden bir performans izliyorsunuz. Kumbaracı50
sahnesi eski bir dökümhaneyken sonradan tiyatroya çevrilmiş ortasından kolonlar
geçen küçük ve dikdörtgen bir sahne. Kapıyı üzerinizden kilitliyorlar oyunun en
başında, sadece oyundaki anne karakteri değil, siz de kilit altında
kalıyorsunuz.. Yüzleşme bitmeden ne annenin ne de sizin dışarı çıkmanıza izin
verilmiyor..Her yüzleşme gibi zor, bir o kadar gerekli ve gerçek bir
zamandasınız artık...
Hayat yolculuklarının kesişim kümesi yaralarla dolu bir adam ve annesi..
Mimar ama mesleğinden nefret eden, aynı zamanda da amatör bir yazar olan oğulla,
ancak uydurduğu hikayelerle ayakta
durabilen vasat bir oyuncu olan annesinin birlikte edecekleri son dansa şahit
oluyoruz.
Yaralarının kabuk tutmasına izin veren ve hatta uydurduğu hikayelerle
kendini bile kandırabilen bir kadının; yaralarını her an kaşıyarak yeniden
kanatan, kendine acıyan, başarısızlığından ve tamamlanamayışından en çok
annesini sorumlu tutan bir adam olan oğlu tarafından, gözleri bağlı olarak
onarılmakta olan eski bir eve getirilişiyle başlıyor hikayemiz. Burası adamın
doğduğu ev.. Adamın kendince zavallı hayatının başladığı yer yani. Adam
hayatının jübilesini burada yapmak istiyor, herşeyin başladığı yerde. Hayatına
dair bir yüzleşme ve veda senaryosu var elinde. Annesiyle oynamak istediği bu
oyun hayatına son bakışı olacak.
Anne hayatta sadece bir piyon mu olmuş? Gaddar mı, duygusuz mu yoksa sadece
olayların farkında mı değil anlaşılması zor. Oğluna dair bilmediği onlarca
şeyden sadece birkaçı; oğlunun eşinden neden ayrıldığı ve ya çocukken
yazlıktaki balıkçı tarafından taciz edilişi. Ve en önemlisi oğlunun babasının
hastalığına yakalandığı ve çok kısa bir süre içinde öleceği.
Oyunun izleyiciye aktarabildiği sorular herkesin kendince yanıtını bulması
gereken sorulardan aslında. Örneğin, geçmişi ayağımızda bir pranga olarak
yanımızda geleceğe taşımak, geleceği yok etmek değil midir? Zorluklara
direnmenin kendince bir yolunu bulamazsan, kendini mahkum ettiğin bu
zavallılığın bedelini ödetebilir misin kimseye? Peki intikam almak soğutur mu
acılarımızı? Acıtırsak muhatabımızı azalır mı acılarımız?...
Oyun, mekanın tüm eksilerini artıya çevirmeyi başarılmış tecrübeli bir
yönetmen olan Arif Akkaya tarafından hazırlanmış. Bu kadar az bir dekorla bu kadar gerçek bir etki yaratılması
gerçekten büyük başarı. Dekorun bir parçası olarak tavana yerleştirilmiş
balıkçı fenerlerinin bile sembolik bir anlamı var; An geliyor tüm lambalar
yanık yani tüm yaralar açık, ancak bazen fenerleri tek tek açıp yaşanmışlıkları
birbir irdelemek gerekiyor. Lambalarla olay desteklenirken görsel olarak da
mekanın muhtemel monotonluğuna çok başarılı bir şekilde engel olunmuş. Böylece
ölümün soğukluğuna direnilir bir sıcaklığa getirilmiş sahne. 90 dakika boyunca
tematik olarak yoğun, oyunculuk ve reji açısından da çok başarılı bir oyun
izliyorsunuz. Yılların tecrübesini gözlerinizin önüne seren Tomris İncer,
oyunun aynı zamanda senaryosunu yazmış olan Yiğit Sertdemir’le adeta bir gerçek
izletiyor bizlere. Kendinizi zorlasanız da çıkaramıyorsunuz zihninizi kapının
dışına.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder