Macbeth, insanın içinde pusuda
bekleyen, o narin, kırılgan çizginin ötesindeki vahşi hırsın tutsağı olmuş bir
adam. Belki de farkında olmadan büyüttüğü iktidar tutkunluğuna yem olmuş, kanlı
oyunun başında yaşadığı tereddütleri kolaylıkla rafa kaldırabilmiş bir karakter. Karşısında çıkan üç cadının gerçek mi yoksa onun hırslarının
bir aracı mı olduğunu kestirmek mümkün değil. O halde Hamlet’in yaşadıklarının
kaderi olup olmadığını da bilemeyeceğiz. Kontrolden çıkmış bir hükmetme
arzusuyla, iktidarda olmanın ülke için ne anlama geldiğini önemsemeyen, bunun
getirdiği sorumlulukları asla önemsemeyen, bu nedenle tahta geçiş biçimi de
dahil olmak üzere mükemmel bir tiran olan
Macbeth, aradığı tatmini yaşadığı hiçbir gün bulamamıştır.
Lady Macbeth, eserin yazıldığı
dönemdeki cahil ve ikincil kadın algısının aksine, kocasını yönlendiren ve
hatta bunu yaparken cinsiyet kalıplarını sıklıkla kullanan bu itibarlarla da
cinsiyetsiz diyebileceğim bir karakter. Macbeth’i harekete geçirmek için
sıklıkla ‘erkek’liğin gerekliliklerine atıfta bulunuyor. Zalimliği ve sertliği
sıklıkla erkekliği birincil sıfatları olarak gündeme oturtuyor. Olayların en
başına, Macbeth’in üç cadıyla karşılaştığı sayfalara dönersek, rahatlıkla görebiliyoruz
ki Lady Macbeth bu kadar hırslı, gözükara ve güçlü bir karakter olmasaydı,
Macbeth belki de ilk adımı hiç atmaz, Duncan’ı öldürmezdi. Oysa Lady Macbeth
onun ikileme düşmesine, yapacaklarının yanlış olduğunun bilincine varıp, kendi
içinde düşünceleriyle yüzleşmesine bile izin vermedi. Macbeth’in ruhsal
dengesizliği ve sınırları belirsiz karakteri de şüphesiz ki bu durumu
kolaylaştırdı.
Macbeth’in gördüğü
halüsinasyonlardan ve her ikisinde de zaman zaman izleyebildiğimiz kan
metaforundan anlayabiliyoruz ki aslında her iki karakterde yaptıklarının veya
sebep olduklarının ağırlığı altında eziliyor, akli dengelerini korumakta güçlük
yaşıyorlar.
Tüm yaşananların çirkinliğine,
korkunçluğuna uygun bir fon olabilmesi için fırtınalı, koyu gri, bunaltıcı, basık
zaman zaman da şimşekli bir havada geçiyor olaylar.
Kontrolünü ve yargılama yetisini
yitiren insan, önceleri sadece başkalarına zarar veriyorum böylece kendimi
güvenceye alıyorum sanrısı içindeyken, ilerleyen süreçte fırlattığı bumerangın
kendi boğazını keseceğini öngöremiyor. İçinde bir yerlerde yaşatması gereken
saf iyiyi bir kenara bıraksa bile en azından kendi çıkarı için en başında
kontrollü olması gerektiğini göremeyecek kadar da kör olmuş. Yaratılan kaos onu
da, etrafındakileri de yutup arasına katarak büyüyerek ilerliyor. Ve fırtınadan
geriye her zaman olduğu gibi yıkık binalar, ağlayan çocuklar ve bir yığın çer
çöp kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder