17 Mayıs 2012 Perşembe

Çehov Makinesi

İçimde iki adam var- ya da daha doğrusu iki varlık; birisi doktor, birisi de hasta…
                                                                                             Anton Pavloviç Çehov

İKSV’nin düzenlediği 18. Tiyatro Festivali kapsamında DT Tekel sahnesinde sergilenen Çehov Makinesi adlı oyunun pek çok açıdan takdiri hakettiğini düşünüyorum.
Çehov Makinesi Romanya’lı yazar Matei Vişniec’in kaleminden çıkmış. Mete Gürman’ın çevirisi ve Müge Gürman’ın yönetmenliğinde Devlet Tiyatrosu’nda can bulan oyunun kadrosunda Uğur Polat, Hakan Vanlı, Erkan Taşdöğen, ve Ayça Bingöl gibi başarılı isimler yer alıyor.
Ölürken insanın hayatının gözlerinden önünden bir film şeridi gibi geçmesi durumu Çehov için Çehov’un yarattığı karakterler tarafından, onların gözünden yansıtılıyor. Çehov hem oyunun bir parçası hem de ana süjesi konumunda. Tüberkülozdan yavaş yavaş ölürken, İvanov, Martı, Vanya Dayı, Üç kızkardeş ve Vişne Bahçesi eserlerinin kahramanları onu tek tek buluşurken, hayattan, ölümden, iyiden, kötüden, umutsuzluktan, neşeden ve bunların içinde ve dışında kalan herşeyden bahsediyorlar. Çehov bu karakterlerin bir anlama tanrısı olmasına rağmen onların neden’lerine, niçin’lerine, en çok da yaşadıkları şeyleri neden yaşamak zorunda olduklarını sorduklarında cevapsız da kalabiliyor. Onların bazen doktoru, bazen yargıcı, bazen savcısı oluyor. Ama sonuçta onların kaderlerini değiştirmelerine yardımcı olamıyor tıpkı doktor olmasına rağmen kendisini iyileştiremediği gibi. Anna Petrovna ona nasıl ölüneceğini anlatmak isterken, üç doktorlar onun edebiyat ve toplum için ne ifade ettiğini tartışmaya açıyor. Bu karakterlerin hepsi içinde bulundukları çemberin dışına çıkamayan karakterler; Çehov’un hayat verdiği ama onun gibi hastalıklı- natamam karakterler.

Sahnede dönebilen dairesel bir taban ve
  fonda hareket halinde hızla geçip giden bir tren var. Bunlar ışık efektleriyle birleşince izleyicide Çehov’un sanki trenle her bir karakterini, onun yaşadığı yerde ziyaret ediyormuşçasına değişken bir mekan algısı yaratılmış. Aslında biz hep ölmek üzere olan bir adamın yatak odasındayız.

Çehov Makinesi izleyicinin çok dikkatli bir şekilde izlese bile mutlak kaçıracağı birşeylerinin olduğu çok yoğun, hızlı ve uzun bir oyun. Karakterler arasındaki geçişler ve karakterlerin Çehov’la yaptıkları felsefi sohbetler sanıyorum pek çok insan için farklı farklı şeyler ifade edecektir. Başarılı bir ekip oyunu olan bu absürd serüvenin Uğur Polat’ın nerdeyse 120 dakikalık muhteşem performansıyla birleşmesi ve bizlere sunulmasının büyük bir şanş olduğunu düşünüyorum.

Hiç yorum yok: